Değişim, insanın doğası gereği en çok arzuladığı ama aynı zamanda en çok direndiği kavramdır. Çünkü değişim, konfor alanından çıkmamızı, o güvenli limanı terk etmemizi gerektirir. Bilinmeyen her durum zihnimizde riskli, tehlikeli ve ekstra çaba gerektiren bir tehdit unsuru olarak algılanır.

Tam hayatınızda yeni bir sayfa açmaya karar verdiğinizde, zihninizin derinliklerinden yükselen o tanıdık sesleri duymaya başlarsınız. Profesyonel koçluk dünyasında biz bu sesleri “sabotajcı“, “parazit” veya “yargıç” olarak adlandırırız. İsimleri ne olursa olsun, misyonları tektir: Sizi durdurmak, potansiyelinizi kısıtlamak ve yapmak istediklerinizi baltalamak.

Hayat, durmaksızın devam eden değişim ve dönüşümlerle doludur. Antik Yunan filozofu Heraclitus’un yüzyıllar önce söylediği, “Değişmeyen tek şey, değişimin kendisidir” sözü, bugün hala geçerliliğini koruyor. Siz de bugüne kadar muhtemelen işinizi, yaşadığınız şehri, partnerinizi değiştirdiniz; hatta çevrenizdeki olaylara göre karakterinizde ve alışkanlıklarınızda güncellemeler yaptınız.

Yine de, defalarca deneyimlemiş olsak bile, değişim çoğumuz için hala sancılı ve zor bir süreç. Yeni bir iş kurmak, farklı bir hobi edinmek ya da daha sağlıklı bir yaşama adım atmak istersiniz; ancak bir türlü o “start” tuşuna basamazsınız. İşte tam bu kararsızlık anında, içimizdeki sabotajcılar sahneye çıkar.

Sabotajcılar Neden Var ve Nasıl Çalışırlar?

Sabotajcılar bazen zihnimizde avaz avaz bağırır, bazen ise sinsice kulağımıza fısıldarlar. En büyük ustalıkları, gerçekliği bükebilmeleridir. Küçük, mantıklı görünen bir gerçeklik parçasını alırlar; onu evirip çevirerek, büyütüp korkunç bir hale getirerek dönüşüm yolculuğumuzun önüne “aşılmaz bir duvar” gibi örerler.

Bu içsel çatışmayı anlatan kadim bir Kızılderili hikayesi vardır:

Yaşlı bir bilge, torununa hayatı anlatırken şöyle der: “İçimde büyük bir savaş var. İki kurt arasında geçen korkunç bir savaş bu. Biri korkuyu, öfkeyi, kıskançlığı, üzüntüyü, pişmanlığı ve aşağılık duygusunu temsil eder. Diğeri ise joy (neşe), huzuru, sevgiyi, umudu, nezaketi ve gerçeği temsil eder.” Çocuk merakla sorar: “Peki dede, hangi kurt kazanıyor?” Bilge gülümseyerek cevap verir: “Hangisini beslersem o.”

Peki, siz günlük hayatınızda hangi kurdu besliyorsunuz? Hayallerinizi destekleyen sesi mi, yoksa sizi olduğunuz yere mıhlayan sabotajcıyı mı? Gelin, bu sabotajcıların en sık kullandığı maskeleri, bahaneleri ve onları nasıl etkisiz hale getirebileceğinizi derinlemesine inceleyelim.

1. “Ama…” Kelimesinin Yıkıcı Gücü

Sabotajcılar “ama” bağlacını çok sever ve onu bir silah gibi kullanır. “Seni seviyorum ama…”, “Bu işi çok istiyorum ama…” gibi cümlelerde “ama” kelimesi, kendinden önce gelen tüm pozitif duyguyu ve umudu silip atar. Yıkıcı ve kısıtlayıcıdır.

“Ama” kelimesi size bir çözüm sunmaz; aksine adım atmanızı engellemek için önünüze korku ve şüphe dolu bir engel koyar.

Koçluk Önerisi: Dil, düşünceyi şekillendirir. Daha yapıcı ve olasılıklara açık bir zihin yapısı için “ama” kelimesini “ve” ile değiştirmeyi deneyin.

2. “Param Olsa Yapardım” Bahanesi

Yapmak istediğimiz şeyleri ertelemek için en kolay, en “mantıklı” ve toplum tarafından en çok kabul gören bahane paradır. “Param yok” dediğinizde kimse sizi sorgulamaz, aksine anlayışla karşılar. Ancak dürüst olun; gerçekten tek engel cüzdanınızdaki limit mi?

Sabotajcınızın bu güçlü argümanını çürütmek için şu zihin egzersizini yapın:

Kağıt kalemi elinize alın ve parayla satın alacağınız sonuca ulaşmanın para gerektirmeyen veya az maliyetli yollarını listeleyin. Yaratıcılık, paranın bittiği yerde başlar.

3. Zaman Yönetimi İlüzyonu: “Vaktim Yok”

Modern çağın hastalığı: Zamansızlık. Hayatın hızı içinde savrulurken, “zamanım yok” cümlesi sabotajcıların en sevdiği sığınaktır.

Eğer işiniz yemek yemeye, uyumaya veya eve gitmeye zaman bulamayacağınız kadar yoğun olsaydı, biyolojik olarak iflas ederdiniz. Yaşamak için temel ihtiyaçlara vakit ayırıyorsunuz. Peki, ruhunuzu besleyen, sizi heyecanlandıran ve geliştiren şeylere zaman ayırmak da en doğal hakkınız değil mi? “Zamanım yok” demek aslında “Bu benim için yeterince öncelikli değil” demektir.

Kendinize Şu Soruları Sorun:

  1. Bu yoğunluğun arkasına saklanmak bana ne kazandırıyor? (Başarısızlık korkusundan mı kaçıyorum?)
  2. Gün içinde en çok vaktimi çalan “zaman hırsızları” (sosyal medya, gereksiz toplantılar vb.) neler?
  3. Zamanımı daha verimli kullanmak için neleri delege edebilirim veya hayatımdan çıkarabilirim?

4. Geç Kalmışlık Hissi: “Artık Çok Geç”

Bu cümleyi genellikle belirli bir yaşın üzerindeki danışanlarımdan duyuyorum. “Bunun için çok yaşlandım”, “Tren kaçtı” gibi inançlar, kişinin potansiyelini diri diri gömmesidir.

Hayaliniz 10 yaşında başlanması gereken bir kariyer (örneğin profesyonel balet olmak) değilse, emin olun çoğu şey için geç kalmış değilsiniz. Albay Sanders KFC’yi kurduğunda 60 yaşın üzerindeydi. Vera Wang gelinlik tasarlamaya 40’ında başladı.

Geç kalmışlık hissi, sadece anı yaşamanıza ve geleceği inşa etmenize engel olur. Derin bir nefes alın. Kendinize “Olmam gereken yerde, olmam gereken zamandayım” telkinini verin. Geçmişin pişmanlıklarıyla geleceğin endişeleri arasında sıkışmak yerine, bugünün gücüne odaklanın.

5. Başarısızlık Korkusu: “Ya Başaramazsam?”

Sabotajcılar, Hollywood senaristlerine taş çıkartacak kadar iyi hikaye anlatıcılarıdır. Henüz hiç denemediğiniz bir işte başınıza gelebilecek felaket senaryolarını öyle gerçekçi anlatırlar ki, adım atmadan yenilgiyi kabul edersiniz.

“Ya başarısız olursam?” sorusu, belirsizliğe duyulan tahammülsüzlükten gelir. Sabotajcınızla masaya oturun ve şu diyaloğu başlatın:

En zor anlarınızda size destek olan o şefkatli iç sesinizi çağırın. Onu, felaket tellallığı yapan sabotajcınızla yüzleştirin.

6. Erteleme Hastalığı: “Sonra Yaparım”

“Nasıl olsa yaparsın”, “Acelesi yok”, “Yarın başlarsın”… Bu cümleler size tanıdık geliyor mu? Ertelemek, tembellik değil; bir duygu durum yönetimi sorunudur. Sabotajcılar, o anki konforunuz bozulmasın diye sizi eylemsizliğe iter.

Ancak ötelemek, verimliliği düşüren ve özgüveni içten içe kemiren bir virüstür. Harekete Geçme Stratejisi: İleri bir tarihe attığınız o büyük hayal için bugün, şu an, hemen yapabileceğiniz 5 dakikalık bir eylem bulun. Sadece 5 dakika. Bir e-posta atmak, bir araştırma yapmak veya bir taslak çıkarmak… Küçük adımlar, korku duvarını aşmanın en etkili yoludur. Ayrıca bir kağıda, bu işi ertelemenin size verdiği “kısa vadeli haz” ile “uzun vadeli zararları” yazın. Beyniniz bu zararı somut olarak gördüğünde harekete geçmeye daha istekli olacaktır.

İç Seslerinizi Yönetme Sanatı

İçimizdeki bu sesler tek bir tondan ibaret değildir. Çoğunlukla içimizde koro halinde konuşan birden fazla sabotajcı vardır. Biri sürekli risk almamanızı öğütlerken (Kontrolcü), diğeri size kendinizi değersiz hissettiriyor olabilir (Yargıç).

Unutmayın; sabotajcılarımız aslında “kötü” değildir. Onlar, çocukluğumuzdan itibaren bizi hayal kırıklıklarından, acılardan ve tehlikelerden korumak için oluşmuş savunma mekanizmalarıdır. Ancak yöntemleri ilkeldir; uzmanlık alanları korku ve kısıtlamadır. Sizi korumaya çalışırken, aslında sizi demir parmaklıklar ardına hapsederler.

Sabotajcılarınızla savaşmak zorlu bir süreçtir. Siz savaştıkça onlar da seslerini yükseltebilir. Ancak bu savaş, kılıç kalkanla yapılan bir savaş değil; bir farkındalık ve kabullenme sürecidir. Onların sesini duyduğunuzda, “Seni duyuyorum, beni korumaya çalıştığını biliyorum ama şu an direksiyonda ben varım ve bu riski almayı seçiyorum” diyebilmek, özgürleşmenin anahtarıdır.

Bu mücadele, kendinizi özgür kılmak ve hayallerinizi gerçekleştirmek için vereceğiniz en anlamlı savaştır.

Ve sözlerimi yine o güçlü hatırlatmayla bitiriyorum; “Yaşamda başarılması en güç şey, kendi düşüncelerinize tutsak olmamaktır.”


Yazar: Deniz HÜSREV